Şeker Hakkındaki Acı Gerçek
Tıp
çevrelerinde obeziteye karşı verdiği mücadele ve şekerin obezitedeki rolüne
ilişkin çalışmalarıyla ünlü olan Robert Lustig’in araştırmalarının konu
alındığı aşağıdaki yazı 27 Mart 2012’de William Leith imzasıyla “The
Telegraph”ta yayımlandı.
“Şeker
Hakkındaki Acı Gerçek
Robert Lustig isimli Amerikalı doktor, bir süredir şekerin alkol veya tütün gibi
değerlendirilerek kullanımını kısıtlayıcı yasaların yapılması çağrısında
bulunmaktadır. Muhtemelen birçok insanın yaptığı gibi, benim de bunu duyunca
verdiğim ilk tepki “Yok artık!” oldu.
Şekerin tehlikeli bir zehir olduğunu
düşünen Lustig, şekerin kullanımının azaltılması için çeşitli stratejiler de
önermektedir. Mesela, çocukların satın almasını zorlaştırmak amacıyla gazlı
içeceklerin fiyatı iki katına çıkarılabilir. Şeker dükkanları çocukların
okuldan eve döndüğü öğleden sonraları kapatılabilir. Şeker içeren gıdaların
reklamları sınırlandırılabilir. Hatta, gazlı içecekler için, mesela 17 yaş gibi
yaş sınırlandırması getirilebilir, böylece küçük çocukların kutularca kola
alması engellenmiş olur.
Bak şu
işe! Sırada ne var? Tütün ve alkolün tüketiminin kontrol edilmesi anlaşılır bir
durum: Bu maddeler zehirli ve herkes için maliyeti yüksek. Sigara içerseniz
veya sarhoş olursanız, sizin hastane faturalarınızı ben öderim. İnsanlar sigara
veya alkol tüketmezse, daha az vergi öderiz. Bu yüzden, tütün ve alkol tabi ki
sınırlandırılmalıdır. Tütün bir sürü hastalığa neden olmaktadır, alkol
karaciğerinize zarar verir ve ayrıca insanların davranışlarını etkiler. Her iki
madde de bağımlılık yapar.
Ya şeker?
Tahıl gevreğinizin üzerine serptiğiniz şey? Pasta ve çikolatayı lezzetli yapan
şey? İlk düşüncem şuydu: Evet, bu insan için zararlıdır. Evet, dişlerinizi
çürütür- tabi yedikten sonra dişlerinizi fırçalamazsanız. Evet, şekeri çok
fazla yerseniz kilo alırsınız. Evet, şeker metabolizmanızı şaşırtır, o yüzden
şekerli bir şey yediğinizde daha fazlasını istersiniz. Altı yaşında bir oğlum
olduğu için şeker bağımlılığı fenomeninin ne olduğunu biliyorum.
Ama tabi
ki, ne kadar şeker yiyeceğimizi kendimiz belirlemeliyiz. Şeker polisi
istemeyiz, değil mi? Bunu düşünürken bile, korkutucu bir gerçeğin farkına
vardım: Bir parçam, şekerle ilgili kötü haberleri duymak istemiyordu. Endişe
edecek yeterince şey var. Zihinsel inkârı sürdürmeyi tercih ederim. Şeker,
hayatın bir parçasıdır. Keyif verir. Şeker her yerdedir. Zehir, mehir. Hem bu
Robert Lustig de kim oluyormuş?
Robert
Lustig, California Üniversitesi klinik pediatri bölümünde görev yapan bir
profesör ve çocuk obezitesi konusunda bir uzman.
Lustig’in
esas bilimsel çalışma alanı endokrinoloji. Uzmanlık alanı ise insan
metabolizmasının gıdayı parçalama ve enerjiye çevirme sürecinin anlaşılması. Derslerinden
bazılarına YouTube üzerinden erişilebiliyor. Bir süredir internette epey
popüler oldu. Bu orta yaşlı, beyaz saçlı, takım elbiseli adamın fruktozun
metabolizması üzerine konuşmaları internette iki milyonun üzerinde hit alıyor.
Lustig bu
konuyu konuşurken insanı büyülüyor. “Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri;
diyabet, kalp hastalığı, obezite, kanser ve Alzheimer hastalığı gibi bulaşıcı
olmayan hastalıkların dünya için bulaşıcı hastalıklardan daha büyük bir tehdit
oluşturduğunu söylemiştir.” diyor Lustig. Her yıl bu hastalıklardan dolayı 35
milyon insanın yaşamını yitirdiğini söylüyor ayrıca. Lustig’in söylediği bir
diğer şey ise dünya genelinde obez olanların yetersiz beslenenlerden % 30 daha
fazla olduğu. 2011 yılında dünya genelindeki 366 milyon diyabet hastası dünya
nüfusunun % 5’ini oluşturmaktadır ve bu sayı 1980’lerdekinin iki katından fazladır.
2030 yılında ABD nüfusunun 33’ünün diyabet hastası olabileceği tahmin
edilmektedir.
İşte bu
verilerle Lustig benim dikkatimi çekti. Diyabetin çok seyrek görüldüğü
zamanları hatırlıyor musunuz? Aslında çok uzun zaman önce değildi. Bugünlerde
ise çoğu insanın çevresinde bir diyabet hastası var. Peki, yüksek tansiyon,
kalp hastalığı, karaciğer yağlanması ve kronik yorgunluk? Ya depresyon, yeme
krizleri ve aşırı yeme bağımlılığı? Her gün yanından yürüyüp geçtiğimiz şişman,
ama gerçekten çok şişman insanları bir düşünün. Sadece toplu insanları değil,
tartıya sığmayacak insanları düşünün. Eskiden bu insanların sayısı ne kadar
azdı. Artık onları her gün görüyorsunuz. Ve bu onların hatası değil.
Lustig’e
göre, “Kimse obez olmayı tercih etmez.”. “Hiç kimse. Özellikle de çocuklar. Bu
küresel bir salgın hastalık. Sizce birdenbire dünyadaki insanlar hep birden
obur ve miskin mi oldu?”
Neler
oluyor? “Sorun yağda değil” dedi Lustig, kendisiyle telefonda konuştuğumda. Obezite
salgını ve bulaşıcı olmayan bu hastalıkların böylesine yayılmasının nedeni
insanların fazla yağ tüketmeleri değil. Bunu biliyoruz çünkü 1970’lerde bütün
Batı dünyası düşük yağlı bir beslenme düzenine geçti. Bu dönemde tıp çevreleri
yağ tüketimi ile kalp krizi arasında bir bağlantıyı keşfettiğine
inanıyordu.
Ama şimdi biliyoruz ki, mesele o dönemde anlaşıldığından
daha karmaşık. Bazı yağlar, özellikle Omega-3 türevi olanlar kalbe iyi geliyor.
70’lerde gıda endüstrisi yağ kullanımını sınırlandırdı. Yağı azaltılmış yoğurt,
hazır yemek, sos, yani her gıdanın az yağlısı piyasaya çıktı. Lustig’e göre,
“Gıdalardan yağı çıkardığınız zaman tadı kartona benzer. Bu nedenle gıda
sektörünün bir şey yapması gerekiyordu.” Peki ne yaptılar? “Karbonhidrat ilave
ettiler. Hangi karbonhidratı? Yüksek fruktozlu mısır şurubu ve sakaroz.”
Yani 35 yıl önce, gelişmiş dünyanın beslenmesinde radikal
bir değişiklik meydana geldi. Yağ çıkartıldı ve şeker eklendi. Örneğin 1990’dan
itibaren İngiltere’de şeker tüketimi % 31 arttı ve bir kişinin haftalık şeker
tüketimi 566 grama yükseldi. Bir kutu kolada yedi kaşık şeker var. İnsanların
çoğu bunu biliyor. Peki, bir “Slimfast” diyet içeceğindeki şeker oranının %
60’ten fazla olduğunu biliyor musunuz? İngiltere’de bir çocuğun aldığı
kalorinin % 17’sinin şekerden geldiğini biliyor musunuz peki?
Başka bir ilginç gerçek ise aslında gün geçtikçe giderek
daha az şeker alıyor oluşumuz, yani tükettiğimiz görünen şeker azalıyor. Aslı
artış ise görünmeyen şeker tüketiminde. Görünmeyen şeker, gıda endüstrisinin
gıdaların içine sakladığı şeker. Yaşadığım yerdeki marketteki ürünlere bakarak
size neler bulduğumu anlatayım. Bir organik yoğurdun içeriğinde glikoz-fruktoz
şurubu vardı, bir başka organik yoğurdun içinde de organik şeker ve organik
invert şeker bulunuyordu. Diyet bir yoğurdun içinde fruktoz vardı. Ekmeklerin
ve tam buğday ekmeklerinin içine şeker ve dekstroz katılmıştı. Kurutulmuş
vişnenin içinde de fruktoz şurubu vardı. Et turtasının, tütsülenmiş somonun,
deniz ürünlerinin içine de şeker eklenmişti. Sevdiğim kayısılı peynir de
fruktoz ilavesiyle daha lezzetli hale gelmişti. Şeker içeren sosisler vardı.
Bu gıdaların içinde neden şeker var? Bunun bir nedeni biz
tüketicilerin istiyor oluşu. Biz artık her şeyin daha tatlı olmasını istiyoruz;
tütsülenmiş somonun tadının balık gibi ve tuzlu olduğu, kurutulmuş vişnenin
mayhoş bir tat verdiği o eski günlere dönmek istemiyoruz. Yemek yazarı Felicity
Lawrence geçenlerde meyvelerle ilgili bir çalışma yaptı ve meyvelerin daha
tatlılaştığını fark etti. Bunun nedeni çiftçilerin ürünleri böyle üretmesi.
Yediğimiz elmaların, çileklerin ve üzümlerin daha tatlı olmasını istiyoruz.-
bunun bir nedeni de yediğimiz diğer şeylerin tatlı olması. Bir şeye şeker
eklediğinizde, diğerlerine de eklemeniz gerekiyor. Başınız mı ağrıyor? Bir ibuprofen
alın. Ağrı kesici tabletiniz de muhtemelen bir bonibon gibi şekerle
kaplanmıştır.
Son 30 yılda artan şeker tüketimiyle obezite, diyabet ve
diğer metabolizma hastalıklarının artışı arasında kesinlikle bir bağlantı var.
Ama işler bu kadar basit mi?
Görüşmeye gittiğimde Robert Lustig son derece meşguldü.
Görünen o ki, zaman onun zamanı. Kendisine şeker tüketimi ile obezite
arasındaki ilişkiyi sordum. Net bir şekilde, “ İlişki nedensellik değildir.”
dedi. “Eğer nedensellik olmasaydı, ben halk önünde bunu konuşmazdım. Ve
anlattıklarımı geçersiz kılmaya çalışanlara bilimle karşılık verebildiğim için
mutluyum.”
Lustig’in anlattığı en önemli şeylerden birisi, fruktoz
tükettiğinizde karaciğerde olanlarla ilgili. Bu durumda karmaşık bir olay
dizisi meydana geliyor ama bunun en önemli kısmı “leptin direnci”. Leptin, bize
doyduğumuzu bildiren hormon, yani tokluk hormonu. Fruktozu fazla tükettiğimiz
zaman, bazen leptin salgılanmıyor. Ve doyduğumuzu anlamıyoruz. Bu nedenle
günümüzde insanlar tartılara sığmayacak derecede şişmanlıyorlar. Tokluk
sinyalleri düzgün çalışmıyor. Yedikleri
şeker, vücutta fazla insülin üretilmesine neden oluyor, bu da kan şekerlerinin
düşmesine yol açtığı için şeker isteğini artırıyor ve bu döngü böylece devam
ediyor. Bu arada insanlarda insülin direnci gelişiyor. Bir sonraki durak ise
diyabet. Ve bu durum, devasa sağlık harcamalarına neden oluyor.
Şeker her yerde. Bağımlılık yapıyor, zehirli ve sonunda
hepimiz onun yüzünden, sağlığımızla olmasa bile vergilerimizle bir bedel
ödüyoruz. Bu nedenle Lustig şekerin alkol ve tütün gibi kontrol edilmesi
gerektiğini düşünüyor. Bir maddenin kontrol altına alınması için dört
özelliğinin bulunması gerekiyor:
Ø İstismar edilme potansiyeli
bulunmalı,
Ø Zehirli olmalı,
Ø Kullanımı yaygınlaşmış
olmalı,
Ø Onu kullananlarının
dışındakiler için de sorun yaratmalıdır.
Şeker bu özelliklerin hepsini taşımaktadır.
Aslında fruktozun
neden tokluk sinyalimizi kapattığına ilişkin bir açıklama var. Buna bir hipotez
de denilebilir. Lustig’e göre, meyvelerin yetiştiği mevsimde gıda bolluğuna
kavuşan atalarımızı, kış zamanı neredeyse hiç yiyecek bulamadıkları bir dönem
bekliyordu. Biz de bu nedenle hasat zamanı aşırı yemek yiyecek şekilde
geliştik. Fruktoz bize daha fazla yememizi, yemekle tatmin olmamamızı söyler.
Bu gıdanın az bulunduğu zamanlarda iyi bir şeydi. Gıdanın daha rahat bulunduğu
zamanlarda ise bu artık iyi bir olmamaya başladı. Gıdanın her yerde bolca
bulunduğu şimdi ise, artık bu bir felaket. Lustig’in argümanı böyle.
Şeker tüketiminin azaltılması konusunda gerçekten büyük
bir sorun var. Bu da gıda sektörü. Lustig, gıda endüstrisinin değişme
motivasyonunun bulunmadığını, sektörün çok büyük paralar kazandığını söylüyor.
Hepimiz “Büyük Tütün” meselesini biliyoruz. Artık, kaygılanmamamız gereken daha
büyük bir şey var: “Büyük Şeker”. Obezite uzmanı Philip James, “ Şeker
endüstrisi tütün endüstrisinin inceliklerini öğrendi: Kamuoyunun kafasını
karıştır. Karşıt görüşlü uzmanlar bul. Mesajı sulandır.”
Lustig, gıda sektörü tarafından “sorumsuzca korku
yaratmakla” suçlanmaktadır. Bu alandaki diğer önde gelen uzmanlar şekerin
zararları konusunda Lustig’e katılmakla birlikte, kullanımına düzenleme
getirilmesine karşı çıkmaktadır. Ayrıca hangi tür şekerin daha zararlı olduğu
konusunda da fikir ayrılığı yaşanmaktadır. Yale Üniversitesi’nde obezite uzmanı
ve psikoloji profesörü olan Kelly Brownell, gazlı içeceklerde vergi artırımının
tüketimi azaltacağını savunmaktadır. Lustig, bunun yeterli olacağına
inanmamaktadır.
New York
Üniversitesi’nde beslenme, gıda çalışmaları ve kamu sağlığı profesörü olan ve
Gıda Siyaseti isimli kitabın yazarı Marion Nestle de şeker kullanımının yasayla
düzenlenmesine karşı. Düşük karbonhidrat gurusu olarak isim yapmış Gary Taubes
da leptinin temel mesele olduğuna inanmıyor. Ama Lustig buna kesinlikle
inanıyor. “Gıdanın Savunması” kitabının yazarı Michael Pollan, Lustig’e göre
bilimden hiç anlamıyor ve şekere karşı çıkmıyor. İngiltere’de Lustig’le aynı
frekansta olan hiç bilim insanı var mı peki? Lustig bu soruyu, “Bildiğim
kadarıyla yok.” diye yanıtlıyor.
Ya Lustig
haklıysa? Ya suçlu şekerse? Ne yapabiliriz? Önce, uzun ve zahmetli olacak inkârdan
kurtulma sürecini başlatabiliriz. Alkol konusunda bunu yapıyoruz. Tütünde bunu
başardık ve bu büyük bir mücadeleydi. Ama işe yaradı. Bir sürü insan sigarayı
bıraktı. Bir sürü insan sigaraya başlamıyor. Sigaranın fiyatını artırdık,
erişimi zorlaştırdık, reklamını sınırlandırdık ve çocuklardan uzak tuttuk. Onu
bir tabu haline getirdik.
Aynı şeyi
şeker konusunda da yapabilir miyiz? Yapabileceğimizi düşünmeyi çok isterim. Ama
şeker, tütünden daha zorlu bir rakip. Tütün yalnızca sigarada, puroda ve pipoda
kullanılıyordu. Şeker ise her yerde. Turtaların içinde. Fasulyenin ve ekmeğin
içinde. Sosislerin ve et suyunun içinde. Bunu radikal biçimde kesmek, ekonomiyi
ciddi şekilde sarsacaktır. O yüzden, mucize beklemeyin. Lustig’in bu mücadelede
neyle karşı karşıya olduğunu anlamamıza yardımcı olacak bir örnek, eski ABD
Başkanı Bill Clinton davasını inceleyen savcı Kenneth Starr’ın raporunda yer
alıyor. Raporun bir bölümünde Clinton, Monica Lewinsky’le birlikteyken kendisine
bir telefon geldiği yazıyor. İddiaya göre Clinton’a telefon eden kişi
Florida’lı şeker baronu Alphonso Fanjul. Fanjul’un arama nedeni ise şekerde
vergi artışı içeren bir yasa tasarısı. Clinton telefonu kabul ediyor ve vergi
önerisi düşüyor.”
İlgiyle
okuduğum bu yazıyı sizlerle de paylaşmak istedim. Yazıdaki bazı bilgilere artık
kimse karşı çıkmıyor. Mesela obezite, şeker, kalp hastalığı ve karaciğer
yağlanması gibi hastalıkların yaygınlaştığını kişisel gözlemlerimizle bile
anlayabiliyoruz artık. Hareketsizlik bunun tek sebebi olmasa gerek.
Şekerin
bunun sorumlusu olduğu fikrine de katılıyorum. Ama tatlıyı seven birisi olarak,
doğal şekerle glikoz şurubu ve yapay tatlandırıcıları bir tutmuyorum açıkçası.
Aşırıya kaçmadan pancar şekeriyle evde yapılmış tatlıları tüketiyoruz biz.
Hazır gıdalardaki şeker ilavesi ise büyük ölçüde yapay şekerlerden oluşuyor. O
yüzden insanları obeziteye karşı bilinçlendirme kampanyalarında gıdaların
niteliği üzerinde de durulmalı. Bence ne kadar yediğiniz kadar, ne yediğiniz de
önemli, belki ne kadar yediğinizden daha önemli. İçinde bir sürü yapay şeker
bulunan diyet gıdaları tüketerek, düşük kalorili beslendiklerine, dolayısıyla
zayıflayacaklarına inandırılmamalı insanlar.
Şeker de dahil olmak üzere bütün gıda katkıları ve bunların zararları
üzerine bizler bilincimizi geliştirdikçe, tüketimleri azaltılabilir. Bilim bize
bu konuda rehberlik ediyor. Karşı tarafta gıda sektörünün eli boş durmuyor
tabi. Ama bence doğal beslenmenin artık hem insan sağlığı, hem de çevrenin
korunması için ne kadar önemli olduğunu giderek daha çok insan idrak ediyor. Faydalı
unsurlarından arındırılmış, bir sürü katkıyla doğallığından uzaklaştırılmış
gıdalar, bizi beslemediği gibi doyurmuyor, üstüne üstlük bir de metabolizmamızı
bozuyor.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder