İştahsız
çocuklarla ilgili gözlemlerimi yazarken biraz tereddütlüyüm açıkçası. Çünkü
bunun birçok anne-baba için hassas bir konu olduğunun farkındayım. Kendisi bu sorunu
yaşamayan bir annenin, konuyla ilgili fikir belirtmesi ukalalık olarak
görülebilir. Amacım, kesinlikle bu değil. Sadece bir anne olarak gözlemlerimi ve
yemek eğitimi tecrübemi paylaşmak istedim.
Annelikle ilgili çok şeyi tecrübe
ederek öğrendim. Oğlumu kucağıma almadan önce nasıl bir anne olacağıma dair
planlarım olmadı. Bunun bir tek istisnası vardı: yemek eğitimi.
Çünkü anne olmadan çok önce bile, peşinde tabakla dolaşılan, ağzına zorla bir şey sokulmaya çalışılan çocuk görüntüsü beni rahatsız ederdi. Belki kimsenin yemek kaprisiyle uğraşılmayan dört çocuklu bir ailede yetişmiş olmamın payı vardır bu durumda. Yani, daha anne olmadan önce çocuğuma nasıl bir yemek eğitimi vereceğime karar vermiştim: Onu zorlamayacaktım, yemek istediği miktarı kendisi belirleyecekti, yemek duygusal bir mesele olmayacaktı ben ve çocuğum arasında. Öyle de oldu. İki çocuğumla da yemek konusunda bir sorun yaşamadım.
Çünkü anne olmadan çok önce bile, peşinde tabakla dolaşılan, ağzına zorla bir şey sokulmaya çalışılan çocuk görüntüsü beni rahatsız ederdi. Belki kimsenin yemek kaprisiyle uğraşılmayan dört çocuklu bir ailede yetişmiş olmamın payı vardır bu durumda. Yani, daha anne olmadan önce çocuğuma nasıl bir yemek eğitimi vereceğime karar vermiştim: Onu zorlamayacaktım, yemek istediği miktarı kendisi belirleyecekti, yemek duygusal bir mesele olmayacaktı ben ve çocuğum arasında. Öyle de oldu. İki çocuğumla da yemek konusunda bir sorun yaşamadım.
Belki bunu biraz açsam iyi olacak. Çocuklarla
yemek sorunu yaşamamam, önlerine konulan her şeyi, bizim belirlediğimiz
miktarlarda yedikleri anlamına gelmiyor. Onlar da bütün çocuklar gibi,
bazı şeyleri seviyorlar, bazı şeyleri sevmiyorlar, kesinlikle her şeyi
yemiyorlar. Yemek sorunumuz yok derken kastettiğim, yemeğin evimizde duygusal
bir mesele olmadığı.
Ne yazık ki, yemek meselesi ve yemek
eğitimi duygusal bir soruna dönüşmüş pek çok aile var. Kendi çevrenizde olmasa
bile, toplu yemek yenilen herhangi bir yerde etrafınıza şöyle bir baktığınızda
görebilirsiniz bu sorunu yaşayanları. Kendisi yemez diye 7-8 yaşına gelmiş
çocuklara yemek yedirenleri, biri çocuğu oyalarken diğeri yemeğini vermeye çalışan
veya çocuk yemedi diye saatlerce masadan kalkmayan anne babaları görmüşsünüzdür
otellerde, restoranlarda. Oğlumun okulunda kızı dördüncü sınıfa giden bir anne,
yemeğini kendisi yemez diye her öğle tatilinde okula gelip, kızına yemek
yedirdiğini anlatmıştı. Hem de öyle başında filan durma değil, resmen
yediriyordu yemeği.
Ağzına zorla bir şey tıkıştırılmaya
çalışılan bir çocuğun o çaresiz hali (bazen kollarını da tutuyorlar bunun
yapabilmek için) çok üzücü. Nasıl bir ruh hali bunu yaptırabilir diye düşünüyorum.
Yemek hayatta kalmamız için gerekli değil mi? O zaman sırf içgüdüsel olarak
bile insanların zorlanmadan yemek yemeleri gerekmez mi? Neden bazı anne-babalar
ısrarla çocuklarının hiçbir şey yemediğini ve kendileri yemek vermese asla
yemeyeceklerini iddia ediyorlar? Açıkçası ben bunun doğruluğuna şüpheyle
yaklaşıyorum. Orada başka bir durum var sanki. Yemek, acıkınca karın doyurulan
bir eylem olmaktan çıkmış, bir tür ebeveynlik testine, bir inat sarmalına
dönüşmüş gibi geliyor. Bir çocuk yemek yememek için ağlıyor ve annesi hala ona
bir şeyler yedirmek için ısrar ediyorsa, ortada ters giden bir şeyler olduğunu
anlamak için ille uzman olmaya gerek yok.
Çocuklarının iştahsızlığından
yakınan anne babalar, gözlemlediğim kadarıyla bu meseleye kilitleniyorlar ve bu
sorun hayat akışlarının merkezine yerleşiyor. Çocukla bütün ilişkileri yemek üzerinden yürüyor. Bırakın
çevreden gelen bir sorun yok uyarılarını, doktorların söylediklerine bile
inanmıyorlar. Çünkü onlar için çocuklarının zayıf olması, bir sorun olduğunu
düşündürten yeterli bir gösterge. Bir yakınım, çocuğunun kilo problemini
anlatırken “Kilosu sınırın altında.” demişti. Bir çocuğun kilosunun yaş
grubuna göre sınırların dışında olması, ciddi bir sorun olabilir gerçekten. Ama
bir iki devam sorusu sorunca, çocuğun kilosunun sınırın altında değil, ortalamanın
altında olduğu anlaşıldı. Aslında kilosu, tıbben belirlenen alt ve üst sınırlar
arasında, yani normal. Bir başka arkadaşım da iki yaşındaki kızının yeme
sorununun ciddiyetini göstermek için çiğneyemediğini söylemişti. İki yaşında
bir çocuk için gerçekten ciddi bir sorundu bu, tabii doğru olsaydı. Çünkü kızı
eline verilen krakerleri yiyordu. Sadece sevmediği şeyleri tükürüyordu.
Çocuklarıyla ilişkilerini yemek
üzerinden tanımlayan bazı annelerin kafasında bir çocuğun gün içinde neleri, ne
kadar yiyeceğinin belirlendiği bir plan var sanki ve ona uymak zorunda
hissediyorlar kendilerini. Çocuğun altı öğün yemesi gerek; meyvesini,
etini, karbonhidratını, sebzesini, yoğurdunu, sütünü hepsini yemesi gerek. Ve
bu plandan kesinlikle sapılmaması çok önemli onlar için. Tabi bir sorunu var bu
tür planların: uygulanamıyorlar. Yemek işi planların dışına çıktığı zaman, annelerde
çocuklarının yetersiz beslendiği gibi bir kaygı oluşuyor, bu da çocuklara bir
şey yedirmek için daha fazla çabalamalarına neden oluyor. Bu aşırı çaba, çocuğu
olumsuz etkiliyor ve sonunda bir kısır döngü oluşuyor. Hayatın gayet keyif verici bir
parçası olan yemek, çocuğun iştahsız olarak etiketlenmesi nedeniyle hem anne
baba, hem de çocuk için bir eziyete dönüşüyor.
Peki, yemek yedirmek için çocuğu
zorlamayalım diye tamamen serbest mi bırakalım, ne istiyorsa onu mu yesin?
Kastettiğim tabi ki bu değil. Yemek eğitimi diye bir şey var ve bu çocuk
yetiştirmenin önemli bir bölümü bence. Ama çocuğa yemek eğitimi vermek, sadece
ona yemek yedirmeye çalışmak değil. Bir süreç içinde ona değişik gıdaları, önce
alışmasına fırsat vererek sunmak ve kendi tercihlerini yapmasına izin vermek,
özellikle de doyma zamanı konusunda. Çocuklarına yemek yediren ebeveynlerle
ilgili beni en şaşırtan gözlemlerden biri çocuklarına “sen doymadın daha”
demeleri. Altı aylık bir bebek de olsa, insan ne zaman doyduğuna kendisi karar
verebilir. Yanlış bilmiyorsam, dış müdahaleye gerek bırakmayan mide-beyin
sinyal sistemlerimiz var. İnsan bünyesinin doğal akışını bozan bu tür
müdahalelerin ileride obezite de dahil, çeşitli yeme bozukluklarına neden
olabildiğini söylüyor uzmanlar. Ayrıca, bence önemli olan yediklerinin
miktarı değil, niteliği. Çocuklarıma sağlıklı malzemelerle hazırlanmış güzel yemekler
sunmayı, midelerini doldurmaktan daha çok önemsiyorum.
Emin olun, bu tür bir yemek eğitimi,
çocuğa bir listede yazılanları yedirmeye çalışmaktan emek anlamında daha
zahmetli ama kesinlikle bu zahmete değer. Çünkü sonucu ailece toplanılan bir
masanın etrafında huzurla paylaşılan bir sofra. Stres yok, inatlaşmak yok.
Yemek eğitimi bir süreç ve çocuk
da bu sürecin belirleyici bir tarafı, annesi babası tarafından önüne
konulanları mideye indirmekle görevli edilgen bir unsuru değil. Öncelikle bunu
kabul etmek gerekiyor bence. Yemek eğitimi sürecinde sabırlı olmak ve erken
yargılardan kaçınmak lazım. Çocuklar bir gün ağızlarına sürmedikleri bir
yiyeceği, bir başka gün iştahla yiyebiliyorlar. Bizler bunu duygusal bir meseleye
dönüştürmediğimiz sürece, çocuk yavaş yavaş yemek paletini epey
genişletebiliyor. Yeter ki inatlaşma ve zorlama olmasın. Tabi çocuk her
şeyi sevecek diye bir şart da yok. Her öğün aynı şekilde aç olacak diye de bir
koşul yok. Bunlar yetişkinler için de geçerli; bizler her şeyi yiyor muyuz veya
canımızın bir şey yemek istemediği zamanlar olmuyor mu?
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder