16 Aralık 2012 Pazar

Tarım İlaçlarının Etkileri Yeni Anlaşılıyor

      

            Tarımda kullanılan zirai ilaçların etkilerini artık hemen hepimiz biliyoruz. Anne sütüyle bebeklere bile geçtiğini gösteren araştırmalar var. Dünyada konvansiyonel tarım ürünleriyle beslenen kimse muaf değil zirai ilaçların etkilerinden. Üstelik tarım sektörü, tüm verilerin mevcut yapının insan sağlığı ve gezegenimiz için sürdürülebilir olmadığını göstermesine rağmen hiç de niyetli görünmüyor değişime. Öte yandan bilim insanları sürekli zirai ilaçların olumsuz etkilerine ilişkin yeni verilere ulaşıyor. Sektörün bunları daha ne kadar görmezden geleceğini bilmiyorum ama bu ilaçların zararlı etkileri tartışıldıkça bir kamuoyu baskısının oluşacağı kesin. 



        Bu konuları tüketici ilgisiyle takip eden birisi olarak, zirai ilaçların zararlı etkilerinin dünya genelinde tartışılan bir konu olduğunu görüyorum. Tarımda kullanılan ilaçların etkilerine ilişkin araştırma sonuçları, uzman görüşleri dünyaca ünlü gazetelerde yayınlanıyor. Denk geldikçe okuyor ve paylaşmaya çalışıyorum.
 Aşağıdaki yazı 11 Aralık 2012’de New York Times’in blogunda yayınlandı. Mark Bittman imzalı yazıda konu Amerika açısından ele alınıyor. Ama zirai ilaçların insan ve çevre sağlığına etkileriyle ilgili bilgiler içerdiği için paylaşmak istedim. Yazıya şu adresten ulaşabilirsiniz.
“Zirai İlaçlar: Her Zamankinden Daha Fazla
Ne kadar çabuk unutuyoruz.
50 yıl önce “Sessiz Bahar” isimli kitap yayınlandıktan sonra bizler (bilim insanları, sağlık ve çevre hakları savunucuları, kuş gözlemcileri, vatandaşlar) zirai ilaç kullanımını ve onlara maruz kalma düzeyimizi azaltmayı başarmıştık. Ama sonuçta giderek daha sık kullanılır oldular ve geldiğimiz noktada Amerika tarım sektörü hiç olmadığı kadar çok zirai ilaç kullanıyor.
Ve bu ilaçların yarattığı tehdit her zamankinden daha ciddi. “Sessiz Bahar”ın yazarı Rachel Carson, zirai ilaçların doğaya etkisi üzerine odaklanmıştı ama artık tarım işçilerinin de bu ilaçları kullanırken doğrudan temastan korunmaları gerektiği iyice açığa çıktı. Zirai ilaçlara rutin bir şekilde maruz kalmanın sadece bitki örtüsüne değil, kendisini bütün canlılardan üstün gören insanların da aralarında bulunduğu tüm canlılara zarar verdiğini gösteren yeni çalışmalar ise daha az biliniyor.
Bu bakımdan ABD Pediyatri Birliği’nin bir açıklaması oldukça dikkat çekici. Radikal bir duruşu bulunmayan bu kuruluş, yayınladığı bir bildiride aileleri zirai ilaçların tehlikeleri konusunda uyardı ve bu ilaçlardan kaçınmaları önerisinde bulundu. Bildiriyle birlikte yayınlanan raporda, zirai ilaçlara maruz kalınması ile kanser (özellikle beyin tümörleri ve lösemi) ve tersine nörogelişim, özellikle düşük I.Q., otizm, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu arasında ciddi bağlantılar bulunduğu belirtilmekte. (Pediyatrik bir sorun olmayan Alzheimer da zirai ilaçlarla maruz kalma ile ilişkilendiriliyor.)
Bu açıklama bana yakınlarda yapılan bir başka açıklamayı hatırlattı. Hamile kadınların zirai ilaçlara maruz kalmaları çocuklarında obezite yatkınlığına neden olabiliyordu. Bunu yaratan mekanizma yeni yeni anlaşılmaya başlanıyor. Aslında çok şaşırtıcı da değil çünkü zirai ilaçların çoğunun endokrin sistemini bozduğu, gen ifadesi örüntülerini değiştirdiği bilinmektedir.
Sonra aklıma güya kısmen zirai ilaç kullanımını azaltmak amacıyla da tasarlanan genetik mühendislik ürünü bitkilerin son on yılda bu ilaçların kullanımının daha da artmasına neden olduğu geldi. Genetiğiyle oynanmış tohum kullanılan tarlalarda, konvansiyonel tohum kullanılan tarlalara göre % 24 daha fazla zirai ilaç kullanılıyor.
 Bütün bunlar dikkat çekici olmakla birlikte en dikkat çekici olan zirai ilaçlar konusunda hepimizin nasıl bir farkındalık eksikliği içinde olduğunu görmekti. Çünkü teste tabi tutulan her insanın vücut yağında zirai ilaç bulunmuştu. Çünkü ABD’deki akarsuların neredeyse tamamında, kuyuların % 90’dan fazlasında ve yeraltı sularının yarıdan fazlasında zirai ilaç vardı. ABD Tarım Bakanlığı verilerine göre ortalama bir Amerikan vatandaşı beslenme ve içme suyu yoluyla günde 10 civarında zirai ilaca maruz kalıyor.
Bu sonuçların şaşırtıcı olmaması gerekir: Neredeyse bütün zirai ilaçların hedeflenen nesneden başka bir yere gitmesini tanımlayan “pestisit sürüklenmesi” kavramı bu durumu açıklıyor. Bunun bir diğer anlamı da etkili olabilmeleri için daha fazla zirai ilaç kullanılmasının gerektiği.
Zirai ilaçlar şu ana kadar çok zarar verdi ve işler düzelmeden önce daha da kötüye gidecek. Uzun vadeli çözüm bunların kullanımının azaltılması ve bu da aslında bilinen yöntemlerle yapılabilir: ürünlerin dönüşümlü olarak ekilmesiyle istilacı türlerin saldırılarının azaltılması; basitçe “ilacı sıkmadan önce düşünmek” olarak özetlenebilecek zararlılarla mücadelede entegre bir yaklaşımın uygulanması; ilaç uygulamalarında en hassas olanların- çiftlik çalışanları, çocuk sahibi olabilecek yaştaki insanlar ve gebeliğinin ilk üç ayındaki kadınlar- korunması; çiftçilere konvansiyonel tohum seçeneklerinin sunulması (soya, mısır ve pamuk tohumlarının % 95 kadarı ilaç direncine sahip gen taşımaktadır bu da aşırı ilaç kullanımını teşvik etmektedir.); ve genel olarak organik tarıma yönelinmesidir.  
Sadece bu son strateji insanları hemen korumaya yardımcı olabilir. Organik gıdanın saldırıya uğradığı ve herkesin organik gıdaları tüketmeye gücünün yetmeyeceği argümanlarının dile getirildiği ortama rağmen, organik tarımın varlık amacının zirai ilaçlardan arınmış ürünler sunulması olduğu hatırlanmalıdır. Pestisit sürüklenmesi nedeniyle organik gıdalar ilaçtan tamamen arınmış olmasalar da en azından bilinçli bir ilaç uygulamasına maruz kalmamışlardır. Charles Benbrook, 2008 yılında yayınlanan “Zirai İlaç Risk Denklemini Basitleştirmek: Organik Seçenek” isimli harika raporunda organik gıda üretiminin zirai ilaçlara maruz kalma oranımızı  % 97 azaltacağını tahmin etmektedir.
Eğer şu an çocuk sahibi olabilecek yaşta olsaydım veya küçük çocuğum olsaydı, organik gıda tüketmek için elimden geleni yapardım. Eğer bunu yapmaya gücüm yetmeseydi, Çevre Çalışma Grubu’nun Pestisit Rehberi’ne göre alışveriş yapardım. ( Bu raporda, en fazla ve en düşük zirai ilaç kullanılan yiyecekler sıralanmaktadır.) Fakat yaşınız ne olursa olsun, tehdide karşı uyanık olmamız ve zirai ilaçların bugün de, yarım yüzyıl önce olduğu kadar tehlikeli olduğunu akılda tutmamız gerekiyor.”
Yazıyı okuduktan sonra Çevre Çalışma Grubu’nun pestisitli ürünler raporuna baktım. Üretiminde en fazla zirai ilaç kullanılan 12 tarım ürünü “Kirli Düzine” olarak isimlendiriliyor. Neler mi var bu listede? Elmayla başlayan listede, sırasıyla kereviz, dolmalık kırmızı biber, şeftali, çilek, nektarin, üzüm, ıspanak, marul, salatalık, yaban mersini ve patates yer alıyor. Zirai ilaçlar bakımından en temiz olarak nitelendirilen tarımsal ürünler ise yine sırasıyla; soğan, tatlı mısır, ananas, avokado, lahana, bezelye, kuşkonmaz, mango, patlıcan, kivi, kavun, tatlı patates, greyfurt, karpuz, mantar. Tabi bu liste ABD’li tüketiciler için Amerika’da satılan ürünler değerlendirilerek hazırlanmış.
Keşke bizde de böyle analizler yapılsa. Bazen basında yer alan haberlerden öğreniyoruz bizdeki durumu. O da çoğunlukla ürünlerimiz gümrük kapılarından çevrildiği zaman. Birkaç sene önceki armut olayını hatırlarsınız belki. İhraç edilmek üzere dış piyasaya sunulan armutlarda standardın üzerinde zirai ilaç bulunduğu tespit edilmişti ve o armutlar hedef ülkelerine ulaşamamışlardı. Sonra ne oldu o armutlara bilmiyorum. İç piyasaya sürülmüş olabileceklerinden şüphe duydum açıkçası. Bu sene de mandalinada benzer bir durum yaşandığı yansıdı kısa bir süre önce basına. Sonuç ne oldu yine bilmiyoruz.
Benim bu duruma bulduğum çözüm, imkanlarım ölçüsünde sebze ve meyveyi doğal üreticilerden almak. Ama yine de bazen marketlerden almam gerekebiliyor. Bir de muz gibi doğal üreticilerden temin edemediğim için mecburen marketten aldığım ürünler var. Yerli muz mu, yoksa ithal muz mu almak daha iyi bir türlü karar veremiyorum. Çünkü bir sürü bilgi var ortada ve neye inanacağımı bilemiyorum. Yerli muz üreticilerinin zirai ilaçların yanı sıra doğum kontrol hapı kullandığını söylemişti bir üretici. İthal muzların ise tamamen kimyasallarla olgunlaştırıldığını duymuştum. Yani kısaca muz konusunda hala bir karara varabilmiş değilim ve mümkün olduğunca almamaya çalışıyorum. Ama tükettiklerimiz hakkında yeterince bilgilendirildiğimiz bir piyasa olsaydı, kişisel muhasebelerle bu işi çözmek zorunda kalmazdık. Marketten veya pazardan aldığımız meyve-sebzeyle ilgili hiçbir bilgiye sahip olabiliyor muyuz? Nereden geldiğini, bir denetimden geçtiğini gösteren sertifikalar var mı yanlarında? Maalesef, satıcılar ne söylerlerse ona inanmak zorundayız. Onların da çekinmeden yalan söylediklerini biliyorum. Mesela Ankara civarında ünlü olan Ayaş domatesi, bu bölgedeki olgunlaşma zamanından çok önce market raflarında Ayaş domatesi etiketiyle yerini alıyor. Sorduğunuzda size Ayaş’tan geldiği söyleniyor. Yanlış bilgi vermenin yaptırımı olmadığı için istediklerini rahatlıkla söyleyebiliyor satıcılar.
Konuyu biraz dağıttım ama meyve-sebzenin kaynağı ve denetim durumuyla ilgili tüketicilerin hiçbir bilgiye sahip olamaması ciddi bir sorun. Ambalajlı ürünlerin hiç değilse içeriğini görüp değerlendirme şansı var tüketicinin. Ama meyve-sebzede böyle bir bilgilendirilme mekanizması yok. İdeal olan bunların belirli denetimlerden geçerek markete veya pazara ulaşması. Birilerine sorsak bunun zaten yapıldığını söyleyeceklerinden de şüphem yok. Ama böyle söylense de, tüketici olarak kendimi güvende hissetmiyorum.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder