Bu yazının ilhamı Maggie Fazeli Fard. Annesi İranlı
olan bu Amerikalı kadının “İyileşen Diyet Gıda Bağımlısının İtirafları” isimli yazısı 12 Şubat 2013’te Washington
Post’ta yayınlandı. Yazı, gıda ve sağlık sektöründe yanlış giden birçok şeyin
hayatlarımızı nasıl etkilediğini göstermesi açısından ilginç ve paylaşmaya
değer.
Maggie, 1996’da 13 yaşındayken sağlığını korumanın ve kilo almamanın en iyi yolunun diyet yiyeceklerle beslenmek olduğuna annesini ikna etmiş. Kilo alma tehlikesini bertaraf etmek için kalori ve yağ miktarı belirlenmiş hazır yemekleri tüketmenin en iyi çözüm olduğuna karar vermiş o yaşta. Sonraki 10 yıl boyunca diyet gıdaların sadık bir tüketicisi olarak geçirmiş hayatını. Diyet etiketiyle satılan hemen her ürün yer almış beslenme paletinde; yağı azaltılmış donmuş yemekler, vejetaryen köfteler, içecek karışımları, tahıl barları vs. İçindekiler bölümü epey kabarık olan bu gıdalar, kalorilerinin ve yağ miktarlarının ayarlanmış olmasının yanında, mikrodalgada 1-2 dakikada servise hazır oldukları için pratiklikleriyle de gönlünü çeliyormuş tüketenlerin.
Sıkı
kalori kontrolü uygulamasına rağmen Maggie, 22,5 kilo almış bu süre içinde. Bir
vermiş, bir almış demek daha doğru olur. 22,5 kilo diyet yaptığı sürenin
sonunda yanına kar kalan kilo miktarı. Yani, şişmanlıkla mücadelede ön alma
çabası, kilo sorununun kaynağı olmuş aslında. Sıkı diyet programlarıyla
kazandığı başarılar hep kısa ömürlü olmuş.
Maggie’nin
içinden çıkamadığı bu diyet döngüsü, 2011’de bir arkadaşının “iyi yemek” tavsiyesini
dikkate almasıyla kırılmış. “İyi yemek” meselesi hayatına girdiğinde günlük
1200 kalorilik bir diyeti başarıyla uyguluyormuş Maggie. Ama arkadaşının
yöntemine bir şans vermek istemiş ve işlenmiş hazır gıdaları, bütün ve doğal
gıdalarla değiştirmeye karar vermiş. Sonrası bir başarı hikayesi gibi; o
tarihten beri kendi yemeklerini hazırlayan Maggie, lezzetli ve sağlıklı
gıdalarla besleniyormuş. Sağlığı üzerinde de olumlu etkilerini görmeye başlamış
bu yeni beslenme biçiminin: diyet döneminden kalan migren, uykusuzluk, demir ve
D vitamini eksikliği sorunları düzelmiş. Maggie artık daha sağlıklı olduğunu
düşünüyor. Üstelik kalori kontrolünü bırakmasına rağmen, kilo da almamış.
Maggie’nin,
bu tecrübeden çıkardığı en önemli ders, herkese uyan standart diyet
reçetelerinin, kalori hesaplarının yanlışlığını görmesi. Beslenmesinin
kontrolünü yeniden ele alan bu kadın, çözüme bu şekilde ulaşmış. “Sağlık insana,
içindekiler bölümü kabarık donmuş yemeklerin olduğu plastik bir tepside gelmiyormuş.”
sözleriyle bitiriyor Maggie kişisel tecrübesini paylaştığı yazısını.
Bazı
okul çalışmalarında size bir resim gösterir ve resimdeki yanlışlıkları
bulmanızı isterler ya; bu yazıyı okurken öyle bir hisse kapıldım: 13 yaşında
gelişme çağında bir çocuğun şişmanlık korkusu yüzünden kendini sağlıksız diyet
gıdalarla beslenmeye mahkum etmesi, annesini buna ikna etmesi, bir diyet
reçetesinden ötekine atlanarak geçirilen 10 yıl. Üstelik başlangıç noktasında
sorun bile yok. Sadece şişmanlık korkusu yaptırmış bütün bunları. Bu korku yüzünden
gencecik bir insan, bozuk olmayan bir sistemi düzeltmeye çalışmış.
Kilo almama baskısı sadece
Amerikalıların hayatını etkilemiyor, tüm dünyada özellikle kadınlar bu baskıyı
hissediyorlar. İdeal kilolar, diyet reçeteleri havalarda uçuşuyor, hepimiz bir
kalıpta olmak zorundaymışız gibi bir hava yaratılıyor. Bir güzellik algısı
dayatılıyor bizlere ve bu kalıbın dışında kalmamak için çaba harcıyoruz
çoğumuz. Gerçekçi olmayan reçetelerle, kendimize uygun olmayan kalıplara
girmeye çalıştığımız için de hüsranla sonuçlanıyor bu çabalar. Sonuçta
yaptığımız ise vücudumuzun işleyişini bozmak.
Birçok yazıda dile getirdiğim üzere
doktor veya beslenme uzmanı değilim, bunu tekrar belirtmek isterim. Ama gıda
endüstrisinin işleyiş biçimine kafa yoran bir tüketici olarak, bir yandan
insanlara sağlıksız gıdalar sunarak onları hasta ve şişman yapan, öbür taraftan
kilo sorunun çözümünün yine kendi hazırladıkları işlenmiş gıdalarda olduğu mesajını
veren sistemin yanlışlarını görebildiğimi düşünüyorum. İşlenmiş, bir sürü katkı
maddesiyle doğal ve besleyici içeriğinden uzaklaştırılmış gıdalarla sağlıklı
beslenmenin veya sağlıklı kilo vermenin mümkün olmadığını görebiliyorum.
Aslında bu bilgiye ulaşmak çok zor değil. Bilimsel yaklaşımlarını insan
sağlığını merkeze alarak oluşturan doktorlar ve bilim insanları söylüyorlar bu
tür şeyleri. Ben kimi dinleyeceğime dikkat ediyorum sadece. Mesela yapay şekerlerin zararlarını defalarca gündeme getiren uzmanlar var. Nasıl
hayatımıza girdi yapay şekerler? Diyet gıdalarla. “Şekersiz” gibi yanıltıcı bir
ifadeyle pazarlanan diyet ürünlerle kilo sorunundan kurtulabileceği algısı
yaratıldı insanlarda. Siz çevrenizde diyet ürünler kullanarak kalıcı olarak kilo
verebilmiş kimseyi gördünüz mü bilmiyorum ama ben görmedim. Şekersiz diyerek
pazarlanan içeceklerin, sakızların veya başka gıdaların içindekiler bölümüne
bakın. Aslında şekersiz olmadıklarını göreceksiniz, içlerinde aspartam, sakarin
vs. gibi çeşitli yapay tatlandırıcılar var. Bu yapay şekerler eklenerek hem
gıdanın tadı korunuyor, hem de kalorisiz olması sağlanıyor. Ama gerçek aslında
hiç de öyle değil. Yapay şekerlerin diğer şekerler gibi insülin direncinin
gelişmesine neden olduğunu gösteren bir sürü araştırma var, üstelik kimyasal
içeriklerinden dolayı normal şekerden daha zararlılar.
Blogda daha önce paylaştığım “Şeker Hakkındaki Acı Gerçek” yazısında ABD’li doktor Robert Lustig, obezite salgınının gıda endüstrisinin yağı rafa kaldırıp, gıdalara şeker eklemesiyle başladığını
söylüyor. 1970’lerde ABD’li bilim çevrelerinde kalp-damar ve şişmanlık
sorunlarına, yağlı beslenmenin neden olduğu görüşü ağırlık kazanıyor. Bunun
üzerine yağı azaltılmış ürünler dönemi başlıyor. Robert Lustig, gıdalardan yağ
çıkarılınca tadlarının çok kötü olduğunu, bu sorunu çözmek için de şeker ekleme
çözümünün bulunduğunu söylüyor. Sadece tatlı gıdalar için geçerli olduğunu
düşünmeyin bu durumun, ABD’de yoğurt, ekmek vs. koyabilecekleri her türlü ürüne
ekliyorlar şekeri. Sonuç ortada tabi. Bizde de durumun farklı olmadığını, kahve
kremasının içinde glikoz şurubunu görünce anlamıştım. Kahve kreması tatlı bir
ürün değil, neden olsun içinde glikoz şurubu? Herhalde, şeker ilave
edilmediğinde tadı hiçbir şeye benzemediği için.
ABD’li süt firmalarının ABD İlaç ve
Gıda İdaresi’ne yaptıkları başvuru bu durumun daha da kötüye gideceğinin
işareti gibi. ABD’deki büyük süt ürünleri üreticileri 17 süt ürününde yapay şeker
kullanımının etiketlenme zorunluluğunun ortadan kaldırılması için yaptı
başvuruyu. Yani demek istedikleri, biz süte, yoğurda, kremaya aspartam ve
sakarin gibi kimyasal katkılar koyalım ama bunu etikette belirtmek zorunda
olmayalım. Endüstrinin ne kadar açgözlü ve hırslı olduğuna inanabiliyor
musunuz? Yediklerimiz konusunda bilgilenme hakkımızı elimizden almak
istiyorlar. ABD’nin California Eyaleti’nde geçen sene yapılan GDO’nun etikette
belirtilmesi oylaması da benzer bir yaklaşımı yansıtıyordu. Basına yansıyan
haberlere göre büyük gıda devleri yüz milyonlarca dolar harcayarak, GDO’lu
gıdaların etikette belirtilme zorunluluğun olmaması için lobi yaptı. Ve sonuçta
kazandılar. Bunları düşününce insanın aklına şu geliyor: Madem GDO’lu gıdaların
veya yapay şekerlerin insan sağlığına zararı yok, neden tüketicinin bilgilenme
hakkını elinden almaya çalışıyorsunuz? Para ve güç zaten büyük gıda
firmalarının elinde. Tezlerini savunabilecek bilim insanı bulmakta da
zorlanmıyorlar. Buna rağmen, tüketicinin yediğinin içinde ne olduğunu bilme
hakkına niye saldırıyorlar? Sırf bu durum bile gıda katkılarıyla ilgili “zararlı
değil” iddialarına şüpheyle yaklaşmak için yeterli bir neden gibi geliyor bana.
Bir diyet gıda bağımlısının iyileşme
macerasından nerelere geldik değil mi? Ama aslında bunların hepsi büyük resmin
parçası. Bir tarafta dev gıda sektörü var, öteki tarafta onların yaptıklarının
etkilerini yaşamları üzerinde hisseden biz tüketiciler. Bir de gıda
katkılarının zararlarına ilişkin neredeyse her gün yeni bir bilgi. O yüzden
bütün gıda katkılarının zararlarının tek tek keşfedilmesini beklememeye karar
verdim ben. Çünkü gıda katkılarının etkileriyle ilgili araştırmalar, sektöre
muhalif bilim çevrelerince, sınırlı kaynaklarla yapılıyor çoğunlukla. Gıda
sektörüne kalsa hiç yapılmazlar zaten. Üstelik bu tür araştırmalarda kesin
sonuçlara ulaşmak çok zor. İnsan sağlığıyla ilgili bir risk olduğunda şüphenin
esas olması doğaldır değil mi? Yani, o kimyasalları gıdalarımızın içine
koyanların bizi net olarak ikna etmeleri gerekir bunların zararlı olmadığı
konusunda. Ama uygulama öyle değil, bazı sorumlu bilim çevreleri dar imkanlarla
bunları araştırıp güvenliğiyle ilgili soru işaretlerini açığa çıkarana kadar,
gıda sektörü bolca kullanıyor bu maddeleri. Onlara izin verenler insan
sağlığını düşünmüyorlar mı, zararlı olsa izin verirler mi diye sorabilirsiniz
haklı olarak. O zaman da yasaklanan gıda katkılarının yasaklanmadan önce kaç
yıl gıda sektörü tarafından yasal olarak kullanıldığını düşünmek lazım sanırım.
MSG’yi düşünün mesela. Yasak olmamasına rağmen zararı artık yaygın olarak kabul
edilen bu katkıyı kullanmadıklarını bazı firmalar şimdi gururla duyuruyorlar.
Ama şimdiye kadar kullanıyordunuz değil mi?
Bu tablo karşısında benim gıdamın ve
sağlımın kontrolünü elime almak için bulduğum yöntem mümkün olduğunca doğal
gıdalarla beslenmek, içeriğini okumadan hiçbir ürün almamak. Tamamen doğal
beslendiğimi iddia edemem ama ne yapsam kardır diye düşünüyorum. Yemek gibi bir
keyfi, kimyasal katkılarla besin bile denemeyecek hale getirilmiş yiyeceklerle
geçiştirmek istemiyorum. Aynı zamanda, gıda sektörünün bir uzantısı olarak
gördüğüm diyet sektörü tarafından bir kalıba sokulmayı, yediklerimin miktarına,
kalorisine karar verilmesine de karşıyım. İnsan bünyesi mükemmel bir mekanizma
bana göre. Karışmazsanız, işleyişini bozmazsanız acıkınca sizi yönlendireceği
gibi, doyunca da durdurur. Metabolizmamızın bu özelliğini anne olduktan sonra kavradım
diyebilirim. Minicik bir bebek, ne zaman acıktığına, ne zaman doyduğuna kendisi
karar veriyor. İhtiyacı olandan fazlasını almıyor (Çocuk beslenmesi konusundaki
deneyimlerimi burada paylaşmıştım.). Bizim onu dinlemeyi öğrenmemiz gerekiyor
sadece. Tabi metabolizmanın işleyişine güvenebilmek için doğal ve sağlıklı
gıdalarla beslenmek gerekli. Çünkü katkılı, işlenmiş gıdalar metabolizmamızın
doğal işleyişini de bozuyor.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder