Sade Yaşam:Tüketim Çağında Zorlu Bir Çaba
Bu yazı Blogum Dergisi Mart sayısında yayınlandı. Blogun girişinde belirttiğim gibi doğal beslenmenin yanı sıra, tüketim bilincimi geliştirmeye de çalışıyorum. Yazıda, tüketim ve sahiplenme konularına bakışımı yansıtmaya çalıştım. İnsanın tüketim bilincini geliştirmesi uzun soluklu bir çaba, bu yolda daha öğreneceklerim var.
"Blog yazma
nedenim doğal beslenme ve tüketim bilincimi geliştirme çabamı paylaşmak ve bu
konuda başkalarının deneyimlerinden yararlanmak. Doğal beslenme, bu işin somut
ve nispeten kolay kısmı. Ama iş tüketim bilincini geliştirmeye gelince bugüne
kadar öğretilenleri (daha doğrusu dayatılanları) sorgulamayı gerektiren zorlu
bir yol çıkıyor insanın karşısına. İşin özü tüketim ahlakına sahip olmak, bu
tamam. Ve benim tüketim ahlakından anladığım, insanın
gerçekten ihtiyacı olan şeyi tüketmesi, tüketirken sadece kendi maddi
olanaklarını değil, o nesneye gerçekten ihtiyacı olup olmadığından, gezegenin
kaynaklarına kadar bir sürü şeyi dikkate alarak tüketim tercihlerini yapması. Buna tüketim bilincimi geliştirme çabamın ilk
boyutu diyebilirim: yani tüketim tercihlerimi sorumlu bir şekilde yapmak. Bu
arada, her şekilde sizi tüketmeye teşvik eden sistem içinde yaşamak, bu yolda
ilerlemeyi epey zorlaştırıyor haliyle. Ama çocuklarında bu bakış açısını
geliştirmeyi amaçlayan bir anne olarak, bunu başarmaya ve çocuklara gerçekten
ihtiyaçları olan şeyleri tüketmeyi, işlevini gördüğü sürece ellerindekini kullanmayı,
yenisini almamayı öğretmeye çalışıyorum. Şimdi yaşları küçük olduğu için sorun
olmuyor, zaten çocuklar fazla eşyaya, oyuncağa filan da ihtiyaç duymuyorlar
aslına bakarsanız.
Bu konuya kafa
yormaya başladıktan sonra, pek çok oyuncağı, onlar istemeden aldığımı fark
ettim. Kıyafetler zaten öyle, küçük çocuklar istemiyorlar ayakkabı veya
kıyafet. Biz alıyoruz onlara hoşumuza giden şeyleri, bir sürü kıyafetlerinin
olmasının onları da mutlu edeceğine inanarak. Aslında bu daha çok kendimizi
mutlu etme çabamız gibi geliyor bana. Çünkü çocukların onlarca ayakkabıya,
kıyafete ihtiyacı yok. Tabi, bir süre böyle kodlandıktan sonra çocuklar da
talep edebilir bunları, ama bu talebi biz şekillendirdiğimiz için. Yoksa mesela
onlara bir yazlık, bir kışlık ayakkabı yeter de artar bile.
Tüketim
bilincimi geliştirme çabamın ikinci boyutu ise sahiplenme meselesi ve genel
olarak nesnelerle ilişkilerimi düzenlemeye çalışmak. Aslında bu konuya eskiden
beri bilinçsiz bir şekilde kafa yorduğumu anladım sonradan. Çocukluktan beri
nesnelerle ilişkim pek sıkı-fıkı değildir: eşyaları fazla sahiplenmem,
kullanmadıklarımı saklamam, işe yaradıkları sürece elimin altında tutarım. Bu
yüzden çocukluğumdan kalma oyuncaklarım, üniversiteden ders kitaplarım,
notlarım yoktur evimde. Üniversitede her sınıfın sonunda, bir alt sınıftakilere
verirdim kitaplarımı. O zaman bile anlamlı gelmezdi bana artık işime yaramayacak
ders kitaplarını elde tutmak. Bazılarını kızdıracak biliyorum ama romanları da
tutmam elimde. Üniversite yıllarında okumaya bol vakit bulduğum dönemlerde,
kitapları okuduktan sonra başka arkadaşlarıma verirdim. Şimdi istediğim kadar
kitap okuyamıyorum ama okuyup bitirdiklerimi yine isteyen arkadaşlarıma
veriyorum. Kıyafetlerimi her sene elden geçiririm, bir süredir giymediklerimi
kıyafet toplayan yerlere götürürüm. Çocukların kıyafetleri için de geçerli bu
tabi, küçülenleri ayırırım ve uygun yerlere vermeye çalışırım. Yazlık-kışlık
kıyafet ayırmam, giydiğim ne varsa dolabımdadır, gözümün önünde. Aynı şekilde
bir yerlerde sakladığım mutfak takımlarım da yoktur; tencere, tava, bardak,
tabak hepsi gerektiği kadardır evde ve erişebileceğim yerde dururlar. Depo
olarak kullandığım koliler, içinde ne olduğunu bilmediğim eşya dolu dolaplarım
yoktur. Kimilerine soğuk gelebilir biliyorum ama evde kurmaya çalıştığım düzeni
iki kelimeyle özetleyebilirim: sade ve işlevsel (Henüz istediğim kadar sade
olmadığını da belirteyim.) Eşyanın işlevi olması önelimdir benim için, bir eşya
işe yarıyorsa elimin altında olmalıdır.
Mildred Lisette
Norman’ın “Ömrünü doldurduğu halde elinizde
tuttuğunuz her eşya sizi esir eder ve bu materyalist çağda çoğumuz sahip
olduklarımızın esiriyiz.” sözünü
çok severim. Barış yolcusu lakaplı ve hayatının büyük bölümünü sadece
üzerindekilerle geçirmiş bu sıra dışı kadın kadar sahiplenmeden uzak bir yaşam
sürmek kolay değil elbette ve benim de böyle bir iddiam yok. Ama işe yaramadığı
halde sahiplenilmeye devam edilen nesnelerin insana yük olduğuna kesinlikle
katılıyorum. O yüzden eşya anlamında etrafımı sade tutmak istiyorum, açıp her an alamadığım kutu kutu
ayakkabılarım, takılarım, bir sürü makyaj malzemem olsun istemiyorum. Bütün
eşyaların gözümün önünde, erişebileceğim yerlerde bulunması ve kullandığım
sürece benim olması yeterli. Moda deyimle minimalist bir yaşam sürmek istiyorum
kısaca. Çocukları da bu işe dahil etmeye çalıştığım için artık ilkokul çağında
olan oğlumdan oynamadığı oyuncaklarını ayırmasını istiyorum, bunları ihtiyacı
olanlara vereceğimizi söylüyorum.
Sade yaşama
isteğim özel günlere, hediyelere bakışımı da değiştirdi. Doğum günü, yılbaşı, evlilik
yıldönümü vs. bunların kutlanmasına itirazım yok. Ama artık benim için hediye değişimi
anlamına gelmiyor bu günler, yalnızca sevdiğim insanlarla birlikte bir yemeğe
veya başka güzel bir an paylaşmaya vesile oldukları için kutluyorum. Bu sene bu
konuda bir adım daha attım ve arkadaşlarıma yılbaşı gibi toplu hediye değişilen
günlerde bunu yapmamayı, bunun yerine birlikte bir şey yapmayı önerdim. Arkadaşlarımın
da teklife olumlu bakmasıyla, hediye değişimini bırakmış olduk.
Kullanmadığım
eşyayı elimin altında tutmamam, tüketim konusunda ayran gönüllü olduğum, bir
şeyi kısa süre kullanıp, bırakıp, sonra yenisini aldığım şeklinde anlaşılmasın.
Eşyaları mümkün olduğunca uzun süre kullanmak tüketim bilincinin önemli bir
yönü bence. Çünkü tüketim bilinci dünya kaynaklarını gereksiz kullanmamakla da
ilgili. O yüzden mesela yenisi çıktı diye hemen cep telefonumu değiştirmem,
ömrü bitene kadar kullanırım. Zaten eşyaların işlevine dikkat etmek, tüketime
de etki ediyor. Etrafımı sadeleştirdikçe, alışveriş konusunda daha titiz olmaya
başladım, elim bir şeyi almaya gittiğinde onun gerekliliğini daha fazla
sorgular hale geldim. Ve şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki; hayatımdan alışveriş terapisi, içgüdüsel veya tepkisel
alışveriş olarak adlandırılan davranışlar çıktı artık. Mutlu olmak için daha fazla takıya, ayakkabıyla,
kreme, elbiseye ihtiyaç duymuyorum. Sahip olduklarımın hacmi altında
bunalmadığım bir evde huzurla yaşamak daha önemli benim için."
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder